Tarih: 1918.
Çevirmen: Gökdeniz Akşit, 2020.
MIA'dan Çeviri: 2020.
Rus Devrimi, Dünya Savaşı'nın en muazzam olayıdır. Patlak verişi, eşi benzeri görülmemiş radikalizmi ve kalıcı sonuçları, resmi sosyal demokrasinin savaşın başında Alman emperyalizminin fetih kampanyasına ideolojik bir kılıf olsun diye hevesle uydurduğu yalanların en açık şekilde deşifre edilmesidir: Burada Alman güçlerinin Rusya’daki görevinin çarı devirmek ve ezilmiş halkları azat etmek olduğunu iddia eden cümlelere atıfta bulunmaktayım.
Rusya’nın devrimle baştan başa silkinişi, devrimin tüm sınıfsal ilişkileri dönüştüren derin sonuçları, tüm toplumsal ve ekonomik sorunları gündeme getirmiş ve kendi iç mantığının ölümcüllüğüyle birlikte ilk aşama olan burjuva cumhuriyetinden daha ileriki aşamalarına doğru, en sonunda çarın devrilmesini nispeten ufak, neredeyse önemsiz bir olay statüsüne indirgeyecek şekilde istikrarla gelişmiştir – bütün bunlar apaçık göstermektedir ki Rusya’nın kurtuluşu ne savaşla çarın askeri yenilgisinin, ne de Kautsky’nin editörlüğündeki Neue Zeit’ın bir başyazısında söz verildiği gibi “Alman avuçlarında Alman süngüleri"nin Rusya’ya hizmetinin bir başarısıdır. Bilakis görülen, Rusya’nın kurtuluşunun kendi toprağında çoktan kök salıp içten içen olgunlaştığıdır. Alman emperyalizminin Alman sosyal demokrasisinin ideolojik desteğiyle sürdürdüğü askeri macerası Rusya’da devrime önayak olmamış, aksine, yalnızca onu önce sekteye uğratmış, ardından onu 1911-13 senelerindeki ilk fırtınalı yükselişinden sonraya erteletmiş, en sonunda ise, nihayet patlak vermesinin ardından, ona en zorlu ve olağandışı koşulları yaratmıştır.
Dahası, tüm bu gelişmeler düşünebilen her gözlemci için, Kautsky’nin ekonomik olarak geri kalmış ve zirai ağırlıklı bir ülke olarak Rusya’nın toplumsal devrim ve proletarya diktatorlüğü için olgunlaşmadığını savunan, hükümet sosyal demokratlarıyla[1] da paylaştığı doktriner teorisinin kesin bir çürütmesidir. Rusya’da olsa olsa bir burjuva devrimi olabileceğini öngören bu teori, aynı zamanda Axelrod ve Dan’nın tecrübeli önderliğindeki Rus işçi hareketinin oportünist kanadının, yani Menşeviklerin teorisidir. Rusya’daki sosyalistlerin burjuva liberalizmiyle yaptığı koalisyonun taktikleri de bu anlayıştan ileri gelir. Rus Devrimi'nin bu basit kavranışında hem Rus hem Alman oportünistleri kendilerini Alman hükümet sosyalistleriyle aynı fikirde buluyorlar ve bundan yola çıkarak taktik meseleleri konusunda otomatik olarak kendi detaylı fikirlerini oluşturuyorlar. Her üçünün de düşüncesine göre, Rus Devrimi, Alman emperyalizminin savaşı yürütürken Alman sosyal demokrasisinin mitolojisini temel alarak kutsal görev olarak belirlediği “çarın devrilmesi"ni gerçekleştirince durmalıydı. Bu görüşe göre, eğer devrim bu aşamayı geçip kendisine proletarya diktatörlüğünü hedef olarak belirlediyse, bu yalnızca Rus işçi hareketinin radikal kanadı olan Bolşeviklerin bir hatasıydı. Ve devrimin ilerleyen süreçte karşılaştığı tüm zorluklar, boğuştuğu tüm kargaşalar da bu vahim hatanın bir sonucu olarak resmedildi.
Teorik olarak bu doktrin, (Stapfer’in Vorwartz’ı ve bittabii Kautsky tarafından “Marksist düşünce"nin bir meyvesi olarak tavsiye ediliyor) sosyalist devrimin her modern ülkenin kendisini ilgilendiren, ulusal, hatta iç işlerine tabii bir mesele olduğunu ortaya koyan orijinal “Marksist" tahlilden ileri gelir. Elbette muğlak beylik lafların mavi sislerinde Kautsky, bütün modern ülkeleri yekpare, entegre bir organizmaya dönüştüren kapitalin dünya çapındaki bağlantılarının izini nasıl süreceğini kendisi çok iyi biliyor. Üstelik de Rus Devrimi'nin sorunları, devrim uluslararası gelişmelerin ve de toprak meselesinin bir ürünü olduğundan, burjuva toplumunun elverdiği sınırlar içerisinde çözülemeyecektir.
Pratikte ise, aynı doktrin, sorumluluk dünya ve özellikle Alman proletaryasını ilgilendirdiği ölçüde, Rus Devrimi’nin bekası adına alınabilecek tüm sorumluluklardan kaçma ve devrimin uluslararası bağlantılarını inkar etme girişimini temsil eder. Savaşta ve Rus Devrimi’nde yaşananlar, Rusya’nın değil, asıl Alman proletaryasının kendi tarihsel görevini yerine getirmek için olgunlaşmamış olduğu kanıtlamıştır; ve bunu tamamıyla netleştirmek, Rus Devrimi'nin kritik tahlilinin ilk aşamasıdır.
Rusya’da devrimin kaderi tamamen uluslararası olaylarla bağlantılıdır. Bolşeviklerin politikalarını tamamen dünya proleter devrimine dayandırmış olmaları, onların siyasal ileri görüşlülüğünün, ilkelere bağlılıklarının ve politikalarının geniş ve sağlam kapsamının bir kanıtıdır. Bu politikalarda da zaten kapitalist gelişmelerin son on yılda yaptığı muazzam ilerlemeleri görmek mümkündür. 1905-07 devrimi Avrupa’da yalnızca zayıf bir yankı uyandırdı; dolayısıyla da sadece bir başlangıç olarak kalmak zorunda kaldı. Devamlılığı ve nihayete ermesi ise Avrupa’daki gelecek ilerlemelere bağlıydı.
Elbette, deneyimlerin ve öğretilerin hazinelerini ortaya çıkaracak olan eleştiri nedir bilmeyen bahaneci dalkavuklar değil, derinlemesine ve özenle kurgulanmış tahliller olacaktır. Dünya tarihinin ilk proletarya diktatörlüğü deneyinden bahsettiğimizi düşünecek olursak, (hele ki bu devrim akla gelebilecek en zor koşullarda, emperyalist toplu katliamlarının kaos ve yangınının tam ortasında, Avrupa’nın en gerici askeri gücünün pençesinde ve bir de üstüne uluslararası işçi sınıfının düpedüz başarısızlığının eşliğinde meydana geliyorsa) böylesine olağanüstü koşullar altında süregelen bir deneyde yapılan yahut yapılmayan her şeyin mükemmel olduğunu düşünmek zaten delilik olurdu. Tam aksine, sosyalist politikaların temel tasavvurları ve tarihsel ön gerekliliklerine ilişkin bir kavrayış, bizi böylesine vahim koşullar altında en devasa idealizmin, en payidar, en direşken devrimci enerjinin dahi demokrasi ve sosyalizmin gerçekleştirilmesini başaramayacağını, yalnızca bu uğurda birtakım karmakarışık girişimlerde bulunabileceğini anlamaya zorlar.
Bunu tüm esas yönleri ve sonuçlarıyla ortaya çıkarmak, bütün ülkelerin sosyalistlerinin temel görevidir; zira uluslararası proletaryanın Rus Devrimi'nin kaderindeki sorumluluğunun muazzam boyutunu ancak bu acı bilginin ışığında ölçebiliriz. Dahası, proletaryanın iradeli eyleminin kesinkes önemi ancak bu temelde etkili olabilir; bu eylemin elzem desteği olmaksızın, tek bir ülkede proletaryanın bütün enerjisi ve en büyük fedakarlıkları dahi bir çelişkiler ve hatalar silsilesiyle arapsaçına dönmeye mahkumdur.
Rus Devrimi'nin dümenindeki bilge önderlerin, dikenli yolları her türlü tuzakla kuşatılmış olan Lenin ve Troçki’nin, bu yollarda pek çok kararlı adımını yüreklerinde tereddüttün, ikirciğin en büyüğü, en şiddetlisiyle attıklarına şüphe yoktur. Ve eminim ki olayların gürültülü girdabının ortasında buruk bir zorunluluktan ve koşulların dayatmasından ötürü yaptıklarının yahut yapmadıklarının Enternasyonel tarafından sosyalist politikanın fevkalade, kusursuz bir örneği olarak görülmesi ve bunlara yalnızca hevesli taklitler ve tenkitsiz hayranlıkların yöneltilmesi isteyecekleri en son şeydir.
Şimdiye kadar Rus Devrimi’nin kat ettiği yolun eleştirel bir tahlilinin devrime duyulan saygıyı azaltacağı ve devrimin teşkil ettiği örneğin Alman kitlelerinin ölümcül ataletini dahi yenebilecek çekici gücünü zayıflatacağını düşünmek de bir o kadar yanlış olur. Almanya işçi sınıfının devrimci enerjisinin uyanışı, bir daha asla çoktan rahmetli olmuş Alman sosyal demokrasisinin korumacı yöntemleriyle sağlanamaz. Bu uyanış, bir daha asla ister kendi “yüce komitelerimiz" ister “Rus örneği" olsun herhangi bir lekesiz, mükemmel otorite tarafından başlatılamaz. Alman proletaryasının hakiki tarihi eylem kapasitesi, devrimci bir galeyana geliş, havai bir coşkunun yaratılmasıyla değil; tam aksine, yalnızca olayın tüm korkunç ciddiyetini, üstlenilecek görevlerin tüm çetinliğini akılda tutarak ve yalnızca siyasal aklıselim ve bağımsızlık ruhunun ve Alman sosyal demokrasisi tarafından yıllarca çeşitli bahanelerle sistematik olarak yok edilen kitlelerin eleştirel muhakeme kabiliyetinin bir sonucu olarak doğabilir. Rus Devrimi'nin ve onun bütün tarihsel bağlantılarının eleştirel tahliliyle ilgilenmek, Alman ve uluslararası işçi sınıfı için, içinde bulunulan durumu aşıp ileriki görevlerle başa çıkmak adına en iyi talimdir.
Rus Devrimi'nin marttaki başlangıcından Ekim Devrimi’ne kadar olan ilk dönemi, genel hatlarıyla Büyük İngiliz ve Fransız devrimlerinin gidişatına birebir denk gelir. Bu gidişat burjuva toplumunun rahmine tohumu düşmüş her devrimci kuvvetin vereceği ilk imtihanın tipik gidişatıdır. Gelişerek yükselen bir çizgide ilerler: mütevazı başlangıçlardan giderek radikalleşen hedeflere ve bununla paralel olarak; sınıfların ve partilerin koalisyonundan radikal partinin tek başına iktidarına.
Mart 1917’nin başlarında Kadetler, yani liberal burjuva takımı, devrimin en ön saflarında duruyordu. Ancak devrimin ilk yükselen dalgası herkesi ve her şeyi silip süpürdü: Darbeyle beliren ve aşırı gerici dört sınıflı oy hakkının aşırı gerici ürünü olan Dördüncü Duma, birdenbire devrimin bir aygıtına dönüştü. Tüm burjuva partileri, sağcı ulusalcılar dahi, aniden mutlakıyete karşı bir birlik oluşturdular, ancak bu sağcı ulusalcılar hiçbir mücadele göstermeksizin ilk saldırıda, kopup düşmesi için bir dokunuşun bile yeterli olacağı ölü bir organ gibi ayrılıp saf dışı kaldılar. Liberal burjuva takımının da en azından taht ile hanedanı kurtarabilmek için girdiği kısa süreli çabalar da birkaç saate tükendi. Bu yaşananlarla daha önce Fransa’da aşılması on yıllar almış olan mesafeler günler, hatta saatler içerisinde aşılıverdi. Bu noktada, Rusya’nın Avrupa’nın yüzyıllardır biriktirip büyüttüğü gelişmeleri nihayetinde gerçekleştirdiği ve hepsinden önce, 1917 Devrimi’nin Alman “kurtarıcıların" bir hediyesi değil, 1905-07 Devrimi’nin kaldığı yerden devamı olduğu gözler önüne serildi. Mart 1917 hareketi, kendisini on sene önce yarım bırakılmış işin tamamlayıcılığı noktasına dolaysız olarak getirmiştir. Demokratik cumhuriyet ise, devrimin başlangıcının artık kendisini bütünleyip iyiden iyiye olgunlaştırmış ürünüdür.
Lakin, artık ikinci ve daha da zor olan görevin vakti gelmiştir. İlk anından itibaren, devrimin itici gücü şehir proletaryası kitleleridir; ancak artık talepleri siyasal demokrasinin oturtulmasını aşmış, uluslararası siyasetin en can alıcı meselesine gözlerini çevirmiştir – uluslararası barış. Aynı zamanda devrim, ivedi barış talebini öne süren orduyu ve 1905’ten beri devrimin ana ekseni olan toprak sorununu gündeme tekrar getiren köylüyü kucaklamıştır. İvedi barış ve toprak – devrimci birlikte hizipleşmeler, bu iki amacın ön plana getirilmesini kaçınılmaz olarak izledi. Barış talebi, Milyukov’un sözcüsü olduğu liberal burjuva takımının emperyalist eğilimlerine en uzlaşmaz muhalefetti. Öte yandan, toprak meselesi burjuvazinin diğer kanadı olan toprak sahipleri için de dehşet verici bir hortlak idi. Ayrıca bu konu, mülk sahipleri için hâlihazırda kanayan bir yara olan özel mülkün kutsal ilkesine bir saldırı teşkil ediyordu.
Böylelikle, devrimin ilk zaferlerinin ardından derhal bu iki can alıcı meselenin – barış ve toprak – üzerinden çekişmeler başladı. Liberal burjuvazi konuyu geveleyip uzatmak yahut konudan hepten kaçınmak gibi bir taktik izlemeyi tercih etti. Ancak işçi, ordu ve köylü daha da ısrarlı bir şekilde bastırmaya başlamıştı. Barış ve toprak meselelerinin cumhuriyetin siyasal demokrasisinin kaderiyle doğrudan bağlantılı olduğu gerçeğinden şüphe yoktur. Devrimin ilk fırtınalı dalgasına kendini kaptıran burjuva sınıfları, cumhuriyetçi bir hükümetin kurulması noktasına kadar bir şekilde istemsizce sürüklenmişlerse de artık gizliden gizliye kendilerine bir destek üssü, bir dayanak arayıp sessizce karşı devrimi örgütlemeye başlamışlardır. Petersburg’a karşı Kaledin Cossack kampanyası bu eğilimin açık bir örneğidir. Eğer bu saldırı başarılı olmuş olsaydı, yalnızca barış ve toprak meselelerinin değil, bizzat cumhuriyetin de kaderi bağlanmış olacaktı. Askeri dikta, proletaryaya düşman bir korku krallığı, sonrasında ise monarşiye geri dönüş, bu saldırının kaçınılmaz sonuçlarıydı.
Bundan hareketle Rus “Kautskycilerin" ya da Menşeviklerin kendilerine yol göstersin diye seçtikleri taktiklerin ütopik ve temelden gerici doğasını muhakeme edebiliriz. Rus Devrimi’nin burjuva karakteri olduğu masalına sımsıkı bağlılıklarından – Biliyorsunuz, çünkü henüz Rusya’da toplumsal devrimin koşullarının olgunlaşmamış olması gerekiyordu! – var güçleriyle burjuva liberalleriyle olan koalisyona sarıldılar. Ancak bu koalisyon zaten devrimin kendi doğal seyrinden ötürü birbirinden çoktan ayrılmış ve birbiriyle hâlihazırda inanılmaz şiddetli çatışmaların içerisine girmiş unsurların bir araya getirilmesiyle oluşmuştu. Axelrodlar ve Danlar ne pahasına olursa olsun devrime ve devrimin ilk kazanımı olan demokrasiye en büyük tehditi teşkil eden bu sınıflar ve partilerle iş birliği yapmak istediler.
Bu gayretkeş adamın (Kautsky) Dünya Savaşı'nın ilk dört senesinde bin bir emekle kaleme aldığı barışçıl ve metodik yazıların sosyalizmin dokusunda nasıl da birbiri ardına delikler açtığını gözlemlemek gerçekten de hayret vericidir. Bu emeğin sonucunda sosyalizm, içinde sağlam tek bir nokta kalmayasıya dek kevgir gibi delik deşik edilmiştir. Kendi resmi teorisyenlerinin bu gayretli emeğine tenkitsiz bir kayıtsızlıkla yaklaşıp her yeni keşfini de fütursuzca kabullenip yutan müritleri, Scheidemann ve Co.’nun onlar pratikte sosyalizmi delik deşik ederken seyirci kalan taraftarlarıyla aynı yolun yolcusudur. Gerçekten de bu ikisinin emeği birbirini tamamlıyor: Savaşın patlak vermesinden beri, Marksizm mabedinin resmi bekçisi Kautsky, Scheidemannların pratikte uyguladığının aynısını teoride yapıyor: (1) bir barış aracı olarak Enternasyonel, (2) silahsızlanma, Milletler Cemiyeti ve ulusalcılık; ve son olarak (3) sosyalizmsiz demokrasi.[2]
Bu durumda, Bolşevik eğilim, demokrasinin bekasını kurtarıp devrimi ileriye taşıyacak olan taktikleri daha en başından ilan etmek ve bunları çelik bir irade ve tutarlılıkla uygulamak gibi tarihî bir vazifeyi üstlenmiştir. Bütün güç yalnızca işçinin ve köylünün, Sovyetlerin ellerindedir – bu gerçekten de devrimi içine düştüğü darboğazdan kurtarmanın tek yolu; çıkmaz sokaktan çekip düze çıkaran, Gordion düğümünü kesip açan kılıç darbesidir. Lenin’in partisi dolayısıyla bu ilk dönemde Rusya’da devrimin gerçek çıkarını kavrayan tek parti olmuştur. Devrimi ileriye taşıdığından gerçekten sosyalist politikalar izleyen de tek partidir. Bu sebepten ötürü de, devrimin başlarında karalanan, iftira atılan, sindirilmeye çalışılan bir azınlık dahi olsa, az zamanda devriminin önderliğini eline almış ve şehirli proletaryayı, askeri, köylüyü ve demokrasinin devrimci unsuru olan sosyalist devrimcilerin sol kanadını kendi bayrağı altında toplamıştır.
Rus devrimi kendini birkaç ayın içerisinde iki seçeneğin arasında buldu: karşı devrimin zaferi yahut proletarya diktatörlüğü – Kaledin yahut Lenin. Bu zaten her devrimde ilk sarhoşluk geçince hemen ortaya çıkan objektif bir durumdu; aynı Rusya’da somut ve acil, burjuva düşünsel çerçevesi dahilinde çözülmesi de mümkün olmayan barış ve toprak meselelerinde de görüldüğü gibi. Bu açıdan Rus devrimi, her büyük devrimden çıkarılacak ilk dersi, varoluşunun en temel yasasını teyit etmiş oldu: ya devrim hızlı, fırtınalı ve kararlı bir tempoda ilerleyip önüne çıkan tüm engelleri demir yumrukla yerle bir ederek kendi hedeflerini daha da ileriye taşıyacak, ya da karşı devrim tarafından bastırılıp henüz zayıf ve çelimsiz olduğu ilk çıkkış noktasının da gerisine atılacaktır. Devrimde durup beklemek, ulaşılan hedeften memnun kalıp da bir soluklanıp saate bakmak asla mümkün değildir. Ve her kim farelerle kurbağaların parlamentodaki ağız dalaşlarından edindiği tüyoları devrimci taktikler sahasına uygulamaya kalkarsa sadece devrimin psikolojisi ve varoluş yasalarına ne kadar yabancı olduğunu ve tüm tarihsel deneyimlerin ona ancak yedi mühürlü kitap gibi geldiğini göstermiş olur.
İngiliz Devrimi’nin 1642’deki başlangıcından itibaren seyrini ele alalım. Burada işlerin mantığı, liderleri bilerek Charles I ile yapılacak belirleyici bir muharebeden kaçan Presbiteryenlerin yerini onları Parlementodan kovalayıp gücü kendi ellerine geçiren Bağımsızlara bırakmasını gerekli kıldı. Aynı şekilde, her nasıl asker kitlelerinin içindeki proleter, toplumsal devrim uğruna en ileriye gitmeye hazır, sesini Digger hareketinde duyurabilmiş unsurlar kendi zamanlarında Levellerların demokratik partisinin mayası olduysa; Bağımsızların ordusunun içerisinde, alt küçük-burjuva asker kitleleri, Lilburne’cu levellerlar, tüm Bağımsızlar hareketinin itici gücünü oluşturuyordu.
Devrimci proleter unsurların geniş asker kitleleri üzerinde ahlakî etkisi, ya da demokratik asker kitlelerinin Bağımsızların partisinin üst burjuva katmanlarına yaptığı baskı olmasaydı, ne Presbiteryenlerin Uzun Parlamento’dan tasfiyesi, Cavalierler ve İskoçlarla yapılan savaşın zaferle sona ermesi, ne Charles I’in yargılanıp infaz edilmesi, ne de Lordlar Kamarası’nın kaldırılması ve cumhuriyetin ilanı mümkün olabilirdi.
Büyük Fransız Devrimi'nde ne oldu? Burada dört senelik bir mücadelenin ardından, Jakobenlerin gücü ele geçirmesinin devrimin kazanımlarını kurtarmak, cumhuriyeti kurmak, feodalizmi yerle bir etmek, içeride ve dışarıda düşmanlara karşı devrimci bir savunma hattı oluşturmak, karşı devrimin komplolarını bastırmak ve devrimin Fransa’dan bütün Avrupa’ya dalga dalga yayılmasını sağlamak için tek yol olduğu ortaya çıktı.
Kautsky ve Kautsky’nin Rus Devrimi'nin ilk dönemindeki “burjuva karakterini" korumasını isteyen din kardeşleri, Fransız Devrimi’ni erken Jironden dönemdeki “iyi" devrim ve Jakoben ayaklanmasından sonraki “kötü" devrim olarak ayıran geçen asrın Alman ve İngiliz liberalleriyle muadildir. Bu tarih anlayışının liberal sığlığı, Jakobenlerin bu “ılımsız" ayaklanması olmasaydı, Jironden dönemde zar zor, gönülsüzlük ve çekingenlikle elde edilen kazanımların zaten devrimden kalan harabelerin altına çoktan gömülmüş olacağını ve Jakoben diktatörlüğüne asıl alternatifin – tarihsel gelişiminin demirden yolu 1793’te bu soruyu önümüze çıkarmıştı – daha “ılımlı" bir demokrasi değil, Bourbon hanedanına gerisin geriye dönüş olduğunu görmezlikten geliyor! Ancak hiçbir devrimde ortayolculuk sürdürülebilir değildir. Devrim doğası gereği hızlı bir karar gerektirir: ya lokomotif tam gaz ilerleyerek tarihsel yükselişin arşına doğru uzanacak, ya da kendi ağırlığıyla başladığı noktaya doğru, onu dermansız kollarıyla tepenin yamacında yine de tutmaya çalışanları da kendisiyle birlikte uçurumdan aşağı sürükleyerek dibe yuvarlanacaktır.
Dolayısıyla her devrimde, yalnızca devrimi ileriye taşıyacak sloganları bulup haykırma; ve durumdan en gerekli sonuçları çıkarma cesaretini gösterebilen parti gücü eline geçirecek ve önderlik bayrağını taşıyacaktır. Nitekim de bu, devrimin başlarında kitleler üzerinde muazzam etkileri olmuş, ancak uzun süren dalgalanmalardan ve sorumluluk almamak için verdikleri canhıraş mücadelelerden sonra sahneden alçakça atılan Rus Menşeviklerin, Danların, Zeretelilerin, vs. bu sahnedeki sefil, acınası rolünü de açıklıyor.
Lenin’in partisi, gerçekten devrimci bir partinin esas görev ve yükümlülüklerini kavrayan ve “İktidar İşçi ve Köylünün Ellerine" sloganıyla devrimin devamlı gelişimini garanti altına alan tek partidir.
Bu şekilde de Bolşevikler, Alman sosyal demokratlarına karabasan gibi çöken şu meşhur “çoğunluğun kalbini kazanmak" sorununa da bir çözüm getirmiş oldular. tabii ki parlamenter ahmaklığın[3] uslanmaz savunucuları olan bu Alman sosyal demokratları, parlamento kreşinin ev yapımı bilgeliğini devrime uygulamaya çalıştılar: “Herhangi bir şey yapabilmek için bize önce çoğunluk lazımdır". Dediklerine göre aynı şey devrim için de geçerlidir, öyleyse öncelikle “çoğunluk" olmayı beklememiz gerekir. Lakin devrimlerin gerçek diyalektiği, bu parlamento sıçanlarının mantığını alaşağı eder: Devrimlerde yola çoğunluktan çıkılmaz; devrimci taktiklerden çıkılıp çoğunluğa varılır – bunun doğrusu budur.
Yalnızca önderliği, yani bir şeyleri ilerletebilmeyi iyi bilen bir parti fırtınalı zamanlarda destek kazanır. Lenin ve yoldaşlarının ilerlemeyi sağlayabilecek tek formülü (İktidar İşçi ve Köylünün Ellerine) ortaya atarken sahip oldukları kararlılık, onları liderleri Marat gibi mahzenlerde saklanmaya zorlanan, zulmedilen, karalanan, yasaklanan bir azınlıktan durumun mutlak egemenlerine neredeyse bir gecede dönüştürdü. Dahası, Bolşevikler, iktidarı ele geçirmeyi derhal eksiksiz ve geniş kapsamlı bir devrimci program olarak belirlediler; burjuva demokrasisinin korunması için değil, sosyalizmi gerçekleştirmek amacıyla bir proletarya diktatörlüğü kurulması için. Böylelikle sosyalizmi pratikteki politikaların nihai amacı olarak ilk kez belirleyenler olarak tarihe kendi isimlerini altın harflerle yazdırmış oldular.
Bir parti, tarihî bir anda cesaretten, devrimci ileri görüşlülükten ve tutarlılıktan yana ortaya ne koyabilirse, Lenin, Troçki ve diğer tüm yoldaşlar da onu koymuştur. Batı sosyal demokrasisinde eksik olan tüm devrimci onur ve kabiliyet de Bolşeviklerde vücut bulmuştur. Ekim ayaklanmaları yalnızca Rus Devrimi'nin kurtarıcısı değil, aynı zamanda uluslararası sosyalizmin onurunun da kurtarıcısıdır.
_____________________________
[1] Savaş sırasınca Alman sosyal demokrasisi 3 hizbe bölündü: açıkça Emperyal hükümetine katılıp destek veren çoğunluk liderliği; savaşın sorumluluğunu almayı reddeden lakin bu sorumluluğu alanlar için ideolojik argümanlar üreten Kautsky grubu; Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğindeki savaş karşıtı, alternatif olarak uluslararası dayanışmayı ve proleter devrimini öneren grup.
[2] Burada, metnin başka yerlerinde de olduğu gibi, bu kısım hala Rosa Luxemburg’un sonradan tamamlamak niyetinde olduğu bir taslak hâlindedir. Luxemburg’un sosyal demokrat koalisyon hükümetinin ajanları tarafından katledilmesi eserlerini tekrar gözden geçirip tamamlamasına engel olmuştur. “bir barış aracı olarak Enternasyonel" ifadesi, Enternasyonel’in savaş sırasındaki başarısızlığına Kautsky tarafından “Bir barış aracı savaş zamanına uygun değildir" denilerek kılıf uydurulmasına bir atıftır. Aynı zamanda Enternasyonal’in barışçıl, devrimci mücadeleye yanaşmayan teorisine de gönderme yapılıyor olabilir. Kautsky, savaşa karşı devrimci mücadeleyi ütopik silahsızlanma sloganlarıyla değiştirmiş (savaşa yol açan esas sebepleri ortadan kaldırmadan), esas görevi aslında dünyadan savaşı silmek olan Milletler Cemiyeti’ne bahaneler bulmuş ve enternasyonalizme sırt çevirip kendi hükümetlerini, işçi sınıflarını destekleyerek milliyetçiliğe dönen sosyalistleri savunmuştur. Sosyalizm mücadelesi gerçek anlamda başladığında, Scheidemannlar pratikte sosyalizme karşı kapitalizme arka çıkmış, Kautsky de kapitalist “demokrasinin" zaten genel hatlarıyla demokrasi olduğunu, aslında kapitalizmden ziyade demokrasiyi savunduklarını söyleyerek aynısını teoride yapmıştır. Dolayısıyla burada üçüncü noktada söylenmek istenen sosyalizm yerine demokrasinin savunması. Bu kısmın bu doğrultuda biraz açılmış hâli aşağıdaki gibi olabilir:
(1) Salt barış zamanlarında barışın korunmasının bir aracısı olarak Enternasyonel; (2) silahsızlanma doktrininin savunulması, Milletler Cemiyeti’nin şakşakçılığı ve enternasyonalizme karşı milliyetçilik; (3) sosyalizme karşı “demokrasi"nin savunulması.
[3] Tarihin tümünün parlamenter münazaradaki gibi oylar, önergeler ve puanlarla belirlendiğini düşünenler için Marx’ın kullandığı bir terim